TARİHTE BUGÜN : ''AYASOFYA'DA İLK CUMA NAMAZI'' KILINDI
Fatih Sultan Mehmed , 567 yıl önce 29 Mayıs 1453’te şehri fethettiği gün ilk namazı Ayasofya ’da kılmıştı. Üç gün sonra 1 Haziran’da ise yoğun bir çalışmayla namaz kılınacak duruma getirilen Ayaso...
Abone Ol
Fatih Sultan Mehmed , 567 yıl önce 29 Mayıs 1453’te şehri fethettiği gün ilk namazı Ayasofya ’da kılmıştı. Üç gün sonra 1 Haziran’da ise yoğun bir çalışmayla namaz kılınacak duruma getirilen Ayasofya’da şehrin fatihleri ilk cuma namazını eda etmişlerdi
1453 - Ayasofya Camiinde ilk cuma namazı Akşemseddin tarafından kıldırıldı
İstanbul’un fethinin sembolü olarak İslami gelenek doğrultusunda şehrin en büyük kilisesi olan Ayasofya, Camiye dönüştürüldü. Fetihten sonraki ilk Cuma namazı 1 Haziran 1453 tarihinde Akşemseddin tarafından kıldırıldı. Hutbe de Akşemsettin tarafından Fatih sultan Mehmet adına okundu. Hutbe okutmak Türk-İslam geleneğinde hükümdarlık alametidir. Hırıstiyan dünyası Ayasofya’nın cami olmasını hiçbir zaman hazmedememiştir.
Ayasofya'nın Müslüman Olduğu GünMustafa Armağan - Yeni Şafak
Fatih bir Hicret yolcusu olduğuna göre tabiatıyla Hicrî takvim kullanırdı. Dolayısıyla onun cebindeki ajandada Fetih 20 Cemaziyelevvel 857'de yapılmış görünüyordu. Öte yandan İstanbul'un fethi Miladi takvimle 29 Mayıs 1453 gününe rast gelir. Müslümanlarca İstanbul'un ve devlet protokolünün baş mabedi ('Ulu Mabed') ve Fethin sembolü kabul edilen Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed'in emriyle 3 gün sonraki Cuma namazı için hızla hazır hale getirilecektir.
29 Mayıs Salı günü şehre giren ve Ayasofya'yı ziyaret edip kubbesine kadar çıktıktan sonra camiye çevrilmesi emrini veren genç Sultan, yaklaşık 9 asırlık bu mabette bir cami için gerekli olan minber, mihrap, halı gibi unsurların eklenmesini ve Hıristiyanlığa ait olup da İslamiyet tarafından hoş görülmeyen sıra, heykel ve ikona gibi objelerin kaldırılmasını istemişti.
Emrettiği şeylerden biri de, Ortodoks kiliselerinin Patrik ve din adamlarının kısmını (“bema”) cemaatten ayırmak üzere konulan “ikonostasis” bölmesi ile buradaki ikonaların derhal kaldırılmasıdır ki, İslamiyet'in eşitlikçi tavrını daha ilk günden ortaya koyan bir uygulama olarak karşımıza çıkar. Buradaki sunağın da kaldırıldığını biliyoruz.
Bunların yerine minber ve mihrap ilave edildi. Ayrıca caminin güneybatı köşesine, yani Sultanahmet Camii'nden bakılınca sol ön köşedeki ağırlık kulesinin üzerine de hemen ahşap bir minare inşa ettirildi.
Ayasofya, 1204'te Katoliklerin eline düştükten ve fetihten kısa bir süre önce Katoliklerle ortak ayin yapıldığından beri buranın iyice pislendiğini, murdar olduğunu düşünen dindar Ortodokslar, Ayasofya'ya adım atmaz olmuşlardı. Ulu Mabed bu yüzden epeyce bakımsız ve harap durumdaydı.
Fatih'in emriyle Ayasofya'nın içi ve çevresi hızla temizlendi. Kubbesindeki devasa çan indirildi. Duvarlardaki tasvirlerin (ikonaların) üzeri bir örtüyle kapatıldı. İçindeki heykeller dışarıya çıkartıldı. Yerlere rengarenk halılar serildi. Hatta Ayasofya için özel bir mimar dahi tahsis edilmişti.
AYASOFYA NASIL CAMİ OLMUŞTU?
Ferik Ahmed Muhtar Paşa Feth-i Celile-i Kostantiniyye adlı kitabında Osmanlı kaynaklarındaki malumatı şöyle sunar:
Takvim 1 Haziran 1453 Cuma'yı göstermektedir. Ayasofya Camii tarihî günlerinden birindedir. Hafızlar aşirler okuyor, güzel sesli müezzinler caminin muhtelif köşelerinden birbiri ardınca tekbirler getiriyorlardı. Cuma salası ve ezan-ı Muhammedî İstanbul'un ve Ayasofya'nın ruhuyla ilk kez o gün tutuksuz buluşmaktadır.
3 gündür “Fatih” unvanını isminin başına koymaya hak kazanmış bulunan Sultan Mehmed'in, komutanları, devlet büyükleri ve ulemayı da yanına alarak Ayasofya Camii'ni teşrif ettiği görüldü. Bir yandan selâlar veriliyor, “İnnallâhe ve melâiketehû yusallûne alennebiyyi; Yâ eyyühellezîne âmenû, sallû aleyhi ve sellimû teslîma” (“Gerçekten Allah ve melekleri, Peygambere salât ederler (şeref ve şanını yüceltirler). Ey iman edenler! Siz de O'na salât edin (Allahümme salli alâ Muhammed, deyin) ve gönülden teslim olun”) buyurulan Ahzab suresinin 56. ayeti hafızlar tarafından hüzünlü bir sesle okunuyordu.
Başka kaynaklarda farklı anlatılmasına rağmen Ahmed Muhtar Paşa'nın dediğine bakılırsa Akşemseddin, genç Sultan'ın koltuğuna girerek onu saygıyla minbere çıkardı. Fatih de, elinde kılıcıyla çıktığı minberde yüksek ve heybetli bir sesle, “Elhamdülillah! Elhamdülillah!” diyerek hutbeyi okumaya başladı. Bu sırada muharip gaziler hep bir ağızdan feryad u figan eyleyip gözlerinden seller gibi yaşlar döküyordu.
Fatih, İstanbul'daki bu ilk konuşmasında İslamiyet'in şan ve şerefinden, Müslümanlığın yüceliğinden bahsetmekte, gül renkli kanı içinde şehadet şerbetini içmiş olan şehitlerin ruhlarına bol bol dualar göndermekte, 8.5 asırdır Peygamber Efendimiz'in (sas) emir ve müjdelerini yerine getirmekle yükümlü oldukları halde bunu yerine getiremeyen Müslümanları bu büyük mazhariyete ulaştırmış olmasından dolayı Cenab-ı Hakk'a hamd u senalarda bulunmaktaydı.
Fatih daha sonra minberden aşağıya inip Akşemseddin'in yanına gitti ve onu kendi eliyle imamlığa geçirdi. Kendisi de arkasında cemaatle Cuma namazını eda etti.
“Güya bir cesed idi ki derisini yüzdüler”
Buna mukabil Gelibolulu Mustafa Âli gibi o devre yakın kaynaklar minbere Akşemseddin'in çıktığını ve söz konusu hutbenin onun tarafından okunduğunu yazmaktadırlar. Ayrıca Ayasofya'nın içindeki “nukûş-ı masnu'a” veya “suver-i acîbesini”, yani sanatlı ve tuhaf mozaik ve resimlerini bozduklarını ve sildiklerini söylüyor ki, Gelibolulu'ya göre Müslümanlar bunları yapmakla Ayasofya'nın adeta derisini yüzmüşler, ona farklı bir kimlik kazandırmışlardı.
Hoca Sadeddin Efendi ise namaz kılınıp hutbe okununca Ayasofya'nın içi “Hanif dininin nuru ile aydınlan”mış, “şanlı şeriatin tatlı yelleri ile tütsülenip içi yüceler yücesi dine girmiş, tek Tanrıya inanmış insanlarla dolup boşal”mıştı diye yazar.
Ahmed Akgündüz, Said Öztürk ve Yaşar Baş'ın Üç Devirde Bir Mabed: Ayasofya (OSAV: 2005) adlı kitabında Ayasofya'daki ilk Cuma namazı sahnesi şöyle tasvir edilir:
“Fethin üçüncü gününe tekabül eden Cuma günü Fatih tekrar Ayasofya'ya gelip ilk Cuma namazını askerleriyle beraber kılmıştır. İmamete İstanbul'un fethinin manevî mimarı Akşemseddin geçmiş, ilk olarak Fatih namına hutbeyi de bu nuranî zat okumuştur. [Bazı kaynaklarda] Hutbenin Fatih tarafından irad edildiği de yazılmaktadır. Diğer bir rivayette ise Fatih, Ayasofya'nın camiye tahvil edildiği gün askerine bir hutbe irad etmiştir. Fatih'in iradesi ile Cuma gününden evvel Ayasofya'daki tasvirler, heykeller ve putlar kaldırılıp, kıble tarafına mihrab yapıldığı, minber konulduğu, bütün hazırlıkların Cuma gününe kadar ikmali için mimarlarla ustaların gece gündüz çalıştıkları rivayet olunur. Bu arada, üç gün zarfında bir de tahtadan minare yapılmıştır. [O tarihte] yapılan minber ve mihrap zamanımıza ulaşmamıştır.
Nitekim tarihçi Solakzade, Cuma namazından önce mihrab, minber ve mahfil hazırlandığını, duvarlarda bulunan tasvirlerin kaldırıldığını, Cuma hutbesini Akşemseddin'in irad ettiğini ve imameti de yine bu zatın yaptığını belirtir. “Yeniçeri Kanunnamesi”nde Fatih hakkında “ol zaman kim saadetle İslambol'u feth eyledikleri zamanda Eğrikapı kurbünde [yakınında] Tekfur-ı makhurun sarayına konub, Ayasofya Camii'nin çanların yıkub minarelerin bina edip Cuma namazına azimet buyurup geri saraylarına döndüklerinde…” ifadesi geçmektedir.
AYASOFYA'NIN ANLAMI
Bu durumda ilk Cuma namazının gerçeğe en yakın tablosunu gözümüzün önüne şöyle getirebiliriz:
Fatih Sultan Mehmed 1 Haziran günü yanında devlet adamları, komutanları ve ulema ile birlikte Ayasofya'ya geldi. Azınlık görüşüne göre hutbeyi Fatih okudu, namazı Akşemseddin kıldırdı. Kuvvetli görüşe göre ise hutbe “Fatih adına” okundu ama Akşemseddin'di okuyan. Namazı Akşemseddin'in kıldırdığı konusunda ise herhangi bir ihtilaf yoktur.
Asıl önemli husus, Ayasofya ve çevresinin bir Müslüman mabedine dönüştürülmesi, yani İslamlaştırılması sürecidir ki, binaya sonraki yüzyıllarda eklenen 4 minare, 2 sebil, Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ninkiler başta olmak üzere muhteşem hat levhaları, minber, mihrap, maksureler, hünkâr kasrı, kütüphane, bahçesine yaptırılan şadırvan, imaret, muvakkithane ve türbeler, en önemlisi de Ayasofya'nın Fethin sembolü olması ve Osmanlı cami hiyerarşisinin en üstünde yer alması gibi mimari ve kültürel açılımlar, fethin asırlar boyunca sürdüğünü gösteren örneklerdir.
Burada duralım ve sözü, Necip Fazıl Kısakürek'e bırakalım. Bakalım Üstad, 1965 yılında Milli Türk Talebe Birliği gençlerine yaptığı konuşmada Ayasofya Camii, Fatih Sultan Mehmed ve Fetih üçlüsünü birbirlerine ve hepsini birden geçmiş, bugün ve geleceği kapsayan ideolojik hesaplaşmasına nasıl büyük bir maharetle düğümlemiş:
“Büyük İskender ve Sezar'ı dâva ve gayesi bakımından hizmetçiliğine kabul etmeyecek kadar üstün hükümdar, başbuğ ve aksiyon adamı Fatih, İstanbul'u fethedip onun kalbi Ayasofya'da namazını edâ ettiği zaman, Cenubî [Güney] Fransa'da kırılıp Viyana'da tekrar Batıyı dişleyecek olan İslam taarruz kıskacının mihver çivisini ele geçirmişti. Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir; onu İslam kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmed'dir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamayanlardadır. (…) Fakat bütün bu olanlara rağmen, Fatih'in o kadar maharetle yerine oturttuğu mili söküp atamıyorlar, çekip alamıyorlar. Ayasofya açılacak… hem de öyle bir açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!”
Gelişmelerden haberdar olmak istiyor musunuz?
Google News’te Nar Tv sitemize
abone olun.